Hicri Köroğlu
Mesaj ve Tartışma Panosu
1962 yılında eğitim için Amerika’ya geldi.
Minessota (ABD) Ünersitesinden makine mühendisliği diplomasını aldıktan
sonra Californiya Üniversitesinde feza dinamiği üzerine ihtisas yaptı.
Otuzdört yıllık bir iş hayatından sonra, 2002 yılında bilgisayar teknoloji
müdürlüğü yaptığı şirketinden emekli oldu.
Editöre yanıt vermek veya
konu hakkında düşünce eklemek veya eksik olan bir bölümü tamamlamak için lütfen
Mesaj Panosu'nu kullanın.
|
|
.NENO SANİYELER, IŞIK YILLARI, ve EVREN (LER)
Uzun yıllar önce bilgisayar dalında çalışmaya başladığımda en yaygın
zaman birimi millisecond (saniyenin binde biri) idi. Bellekten veya
disk sürücüsünden bilgi aktarmak millisecond (veya onun küsürlarıyla)
ölçülürdü. Millisecond’ı kısa bir süre sonra microsecond (saniyenin
milyonda biri) takip etmiş ve altı yıl önce emekli olduğumda
nanosecond (saniyenin milyarda biri) en yaygın zaman birimi olmuştu.
Nano, hala çok sık kullanılan bir bilgisayar terimi olmasına rağmen,
picosecond (saniyenin trilyonunda biri) yavaş yavaş günlük kullanıma
girmeye başlamıştır.
Değil saniyenin trilyonunda birini, binde birini bile kavramanın
nerdeyse imkansız olduğunu düşünüyorken, geçenlerde okuduğum bir yazı,
komşu galeksiye “saldıran” bir kara deliğin bizden uzaklığının
milyonlarca ışık yılı olduğundan söz ediyordu. Işık, yılda yaklaşık 9
trilyon kilometre yol tükettiğinden, kara deliğin bizden tam olarak ne
kadar uzak olduğunu gösteren rakamın yaklaşık 20 sıfır içerdiğini
düşünüp, o kadar büyük bir sayıyı, kavramamın da çok zor olduğunu
anlamıştım.
Halbuki, iki yıl önce okuduğum Büyük Patlamayla (Simon Singh, Big
Bang: Origins Of The Universe (New York: HarperCollins, 2004)) ilgili
kitabı, hem çok küçük ve hem de çok büyük rakamlar içermesine rağmen,
biraz olsun anlamıştım. Fizikçi Singh, kitabında evrenin oluşuyla
sonuçlanan Büyük Patlamadan neno saniyeler sonra meydana gelen
elektro-magnetik dalgaları “duymamızın” (sezmemizin) Büyük Patlamayı
kanıtlayacağını yazıyordu. Fakat bize ulaşan dalgaların frekansı,
kitaba göre, dalga kaynağının bizden uzaklaşma hızına ve mesafesine
bağlıydı. Şişirilmekte olan bir balon gibi her noktası birbirinden
uzaklaşan 14 milyar yıllık evrende, bu hız ve mesafe çok büyük
rakamlardı. Buna rağmen, yaklaşık 30-40 yıl tutsada, bize ulaşacak
elektro-magnetik dalgaların olası frenksı saptanmış ve bu dalgaları
yakalamak içinde, yaklaşık elli yıl önce, Amerika’nın Bell
Labaratuvarınca büyük bir anten sistemi kurulmuştu. Sonunda,
saptandığı gibi, elektro-magnetik dalgalar kurulan anten sistemince
“duyulmaya” başlanmış ve Singh’e göre, Büyük Patlama bilimsel olarak
kanıtlanmıştı. Yazara göre, radyolardaki “statik” sesin yüzde biri,
evrenin oluşumunda meydana gelen elektro-magnetik dalgalar
yüzündendir.
Belki hem bilgisayar hem de nanotechnology, nanomedicine (neno tıp) ve
bu gibi dallarda çok kullanıldığından, kulağım “nano” sözcüğüne daha
yakın olup, bana nano sözcüğünü “anlamak” , birimi 9 trilyon
kilometreye eşit olan milyarlarca ışık yılını kavramaktan, daha kolay
geliyor. Buna, evrenin kuytu köşelerinden, 14 milyar yıl sonra
(yaklaşık olarak 1022 km) hala bize ulaşmamış ışınlar olduğu
eklenirse, evrensel mesafeleri kayramamın ne kadar zor olduğu
kolaylıkla anlaşılabilir. Tam bu kavram zorluğuna alışıyor gibiyken,
bazı astrofizikçilerin birden fazla (belkide sonsuz sayıda)
evrenlerden söz ettiklerini okudum ve kavramada çok zorluk çekeceğim
başka bir şeyle tanışmış oldum.
Anladığım kadarıyla, birden fazla evreninin olabileceğine yer veren
bilim dalı kuantum fizikmiş. Kuantum fiziği pek anlamasam bile, bu
konuyla (çok evren) ilgili birkaç yazı okudum. Bunlardan biri, Andrew
Chakin’in yazdığı Life Beyond Earth (Dünya Ötesi Hayat olarak
çevrilebilir) makalesiydi. Chaik’in, birden fazla evrenin
olasılıklarını kuantum fizikle açıklamaya çalıştıktan sonra, bu
evrenlerin var oluşunu hiçbir zaman kanıtlayamayacağımızı da
yazıyordu. Eğer bu gerçekse, birçok evrenin var oluşu spekülasyondan
başka bir şey değildir diye konuyu unutacakken, okuduğum başka bir
makale, başka evrenlerin var oluşunun belki onlardan “sızan” yer
çekimiyle kanıtlanabilineceğini yazıyordu. Henüz yer çekiminin
nedenlerini anlamadığımdan (bildiğim kadarıyla bilim adamları hala
konuyu araştırıyorlar), yer çekimi sızmasının da ne olduğunu
bilmemekteyim.Bildiğim birşey varsa, o da başka evrenlerin var oluşu,
eğer doğruysa, insanlık tarihinin en önemli buluşu olacağıdır.
Universite yıllarımda fizik hocamız Dr. Singer, bilim adamlarını
sürpriz eden buluşlardan çok söz ederdi. “Köklü sayılar (kare veya küp
kökü gibi) ilk savunulduğunda matamatikçilerin reaksiyonunu tahmin
edebilir misiniz” gibi sorular sorardı. Dr. Singer’in verdiği örnekler
arasında, Einstein dahil, birçok fizikçinin, kuantum fizik, atomların
güneş sistemi gibi olmadığını kanıtlayınca, o bilim dalına “saçmalık”
demeleriydi. Galiba birden fazla evren de kolayca kabullenecek bir sav
olmayacaktı.
Dr. Singer “bildiğimiz arttıkça, bilmediğimiz de artıyor” derdi.
Altı-yedi yıl önce, insanın bildiğinin her 18 ayda ikiye katlandığı
söylenirdi. Eminimki bilinenin ikiye katlanma süreci şimdi daha da
kısadır. Bilgimizin bu kadar hızla artması, insana bütün
bilinmeyenlerin yakında çözülebileceği kanısını verirken,
bilinmiyenlerin de hızla arttığını hiç akla getirmeyiz. Bir taraftan
bilgi hazinemiz gün geçtikçe büyürken, öbür yandan bilmediklerimiz de
(belki aynı hızla) artıyor. Evrenin uzak köşelerinden bize hiç
ulaşamayacak ışınlar gibi, bilmediklerimizin sonu da bize
ulaşamayacağa benzer. İsmini unuttuğum bir filozof, “içinde
bulunduğunuz evrenden pek şikayetçi olmayın, çünkü öbürü daha kötü
olabilir” demiş. Öbür evrenlerin, eğer varsalar, daha iyi mi veya daha
kötü mü olduklarını belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz, fakat bu var
oluş sorusunun fizikçileri uzun yıllar düşündüreceğini korkmadan
söyleyebiliriz.
Yorum eklemek istiyorsanız, lütfen
buraya tıklayınız....
Hicri Köroğlu
|