Hicri Köroğlu
Mesaj ve Tartışma Panosu
1962 yılında eğitim için Amerika’ya geldi.
Minessota (ABD) Ünersitesinden makine mühendisliği diplomasını aldıktan
sonra Californiya Üniversitesinde feza dinamiği üzerine ihtisas yaptı.
Otuzdört yıllık bir iş hayatından sonra, 2002 yılında bilgisayar teknoloji
müdürlüğü yaptığı şirketinden emekli oldu.
Editöre yanıt vermek veya
konu hakkında düşünce eklemek veya eksik olan bir bölümü tamamlamak için lütfen
Mesaj Panosu'nu kullanın.
|
|
Üç Kitap
Sizlerle son günlerde okuduğum üç kitap
hakkında biraz dertleşmek be bilgi alışverişi yapmak istiyorum. Bunu
yapmadan önce hatırlatmak isterim ki, bu kitaplar Batılılar tarafından
yazılmıştır. Dolayısıyla, dünyaya bakışım, ister istemez, batı
görüşüyle mayalanmıştır. Batı yazarlarının, dünya kültür, sanat ve
tarihiyle ilgili düşüncelerin oluşturulmasında önemli katkıları
vardır. Örneğin Çin veya Japonya dışında, o ülkeler hakkında
bilinenler, batılıarın yazdıklarıdır. Aynı şekilde, Türkiye, Türkler
veya İslam hakkında bilinenler de yine batılıların yazdıklarıdır.
Doğal olarak beni en fazla ilgilendiren kitaplar konuları Türkiye
olanlardır. Son bir iki yıl içinde, büyük olasalıkla 11 Eylül’den
dolayı, Amerika’da, Türkiye ve özellikle İslam içerikli birçok kitap
yayımlanmıştır. Bunlardan okuduğum üç tanesinin çok kısa bir özetini
sunuyorum.
Sword of Islam - İslamın Kılıcı
(John C. Murphy Jr., Prometheus Books,
New York, 2002)
Onbir Eylül olaylarından sonra, Amerika’da 11 Eylül olayı hakkında kitap yazma
yarışı başladı. Bir kitap ne kadar erken yayınlanırsa o kadar para
yapacaktı. Bay Murphy’nün de önemli amaçlarından birinin para yapmak
olduğu, kitabın üç- beş sayfasını okuduktan sonra, anlamak zor değil.
İkiz kule olaylarından sonra Amerika’yı saran korkuyu aşırı derecede
körükleyen Bay Murhpy, her taşın altında bir Müslüman teröristi
görüyür. Bir taraftan İslam’ın güzelliğini vurgulayan yazar, öbür
yandan İslam’la, Güney Amerika, Avrupa ve Japonya teröristlerini bir
araya getirip, Amerika kararlı davranmazsa, ülkenin başına gelebileck
korkunç senaryolar yaratıyor. Bay Murhpy’e göre kararlılık, 1970’lerde
kanatları kırılan CIA ve FBI’ya tekrar çok geniş kapsamlı yetki
verilmesi, göçmenlik bürosunun reformu, gerekirse Irak’a Amerika’nın
tek başına saldırması gibi şeyler oluyor.
Bay Murphy’in kitabında utanılacak yanlışlıkar vardır. Örneğin
Hatay’ın bugünün Suriye’sinde olduğunu ve Salahattin Eyübü’nun Orta
Asyalı bir Kürt olduğunu yazmaktadır. Ayrıca eski başbakan Erbakan’ın
ismini anlamadığım bir hecelemeyle yazmıştır.
Yanlışlıklar bir yana, Sword of İslam’ın en korkulacak yönü, askeri
tarihçi olan Bay Murhy’nin, doğuşundan bu yana, dünyadaki bütün
sorunları İslam’a yüklemesidir. İslam’dan aşırı derecede korkan yazar,
üstü kapalı olarak, Avrupa’da Bosna gibi bir Müslüman ülkesi yerine,
Milesoviç’in soykırımını benimsiyen bir tavır tutunmuştur.
Sağcı Amerikan hükümetinin, aşırı sağcı John Murphy Jr.’un dilediği
gibi davranması sürpriz değildir. Başka bir devirde, John Murphy Jr.
gibi aşırı önyargılı birini aptalın teki olarak dışlamak belki de
kolaydı. Fakat bulunduğumuz ortamda, onun ve onun gibilerinin bu ülkenin
politikasında önemli sesleri olduğunu okuyunca daha iyi anladım ve
sizede hatırlatmak isterim. Kitabı
şu adresden temin edebilirsiniz:
Amazon.Com
Crescent & Star – Ay ve Yıldız
(Stephen Kinzer, Farrar, Straus &
Girgux, New York, 2001)
New York Times’ın eski İstanbul muhabiri, Steven Kinzer’in kitabını,
belki de yazarın Türkiye ve Türkler’e hayranlığı dolayısıyla, zevkle
okudum. Türkiye’yi birçok yönüyle ele alan kitabın önemli tezi,
Türkiye’nin 21. yüzyıla adını yazdırabilecek potensiye olduğunu
belirtmesidir.
Yazar, Türkçede en fazla sevdiği sözcüğün 'İstiklal' olduğunu söylemekle
kitabına başlıyor. Sözcüğün anlamı kadar, İstanbul'un İstiklal Caddesi
de Kinzer’i etkilemiş. Yazara göre, İstiklal Caddesi, Türkiye’nin
umudunu, dinamikliğini ve iyimserliğini yansıtan bir aynadır. Bay
Kinzer, kendini kötümser hissettiği anlarda, İstiklal Caddesinde
geçirdiği birkaç saatla, Türkiye’nin geleceğine tekrar umutla bakmaya
başlıyor.
Steven Kinzer “en az sevdiğim Türkçe sözcük Devlet’tir” diye devam
ediyor . Devletin, toplumda en güçlü, yüce ve soyut bir kavram
olduğunu ilave eden yazar, istiklal ve devlet sözcüklerinin çelişkide
olduğunu vurguluyor. Amerikalılar kişiyi devletin üstünde
gördüklerinden, Kinzer’in “kişi üstünde devlet” kavramına olumsuz
bakması doğaldır. Hatta, Türkiye’nin medeni ülkeler arasında yerini
alabilmesi için devlet kavramının değişmesi gerektiğini savunması da.
Bu açıdan devam eden yazar, güdülecek politikayı içeren düşüncelerini
yazıyor. Kinzer, Türkiye’nin en büyük sorunları arasında dinsel
duyguların gerektiğinden fazla bastırılması ve ordunun bu konuda çok
titiz olmasında görüyor. Ayrıca, ona göre, devletin kutsallığı, üst
düzey idarecilerin yolsuzluklarının kapalı kalmasına neden oluyor.
Örnek olarak, dönemin başbakanı Çillerin, “devlet adına yaptık”
demesiyle bazı sorunluluklardan kolayca kurtulduğunu veriyor. Yazarın
bu görüşleri, tartışılacak konular olmasına rağmen, genelde
batılıların düşüncelerini yansıtmaktadır. Bay Kinzer’e göre, Türkiye
İslam dünyasına önderlik yapmanın kapısına gelmiş olup, bu liderliği
tam anlamıyla elde etmesi için birkaç adım daha atması gerekmektedir.
Bu adımlar arasında devletin halka “açılması” ve özellikle dinsel
duygular üstüne korkuyla gidilmemesidir. Dine daha toleranslı
davranması gerektiği, AKP ve diğer dinci partilerin savunduklarından
pek farklı değildir.
Batı’daki başka yorumcular gibi, Bay Kinzer’de, Türkiye’nin İslam
dünyasındaki seçkin yerinin, ordu ve toplumun din konusundaki
titizliğine bağlı olup olmadığına değinmemektedir. Yazar, Erbakan’ın
Türkiye’yi çok ileriye götürecek büyük bir fırsat kaçırdığını ve ilk
olarak İran ve Libya’ya gitmekle aşırı İslam’a ödün verdiğini
kaydediyor. Fakat yazar, ileride gelebilecek din kökenli bir hükümetin
aynı davranışları durumunda ülkenin neler yapması gerektiği konusunda
sessiz kalıyor. Steven Kinzer, gerçekten Türkiye’nin “hak ettiği” yere
gelmesini içten isteyen bir kişi. Yazar, bir taraftan Türkiye’nin her
konuda diğer İslam ülkelerinden üstünlüğünü Kemalist reformlarda
gören, öbür yandan bu reformlar’ın gereğinden fazla ezici olduğunu
savunan bir tavır tutunmuş.
Steven Kinzer, domuz eti yemeyip şarap içen Türklerin İslam’a
bakışlarının zaten farklı olduğunu, ve İran’da veya Cezair’de yaşanan
olayların Türkiye’de olamayacağını savunmuştur. Bu görüş esasında
birçok batılı yazarın paylaştığı bir tezdir. “Neden korkuyorsunuz”,
bize sık sık yönlendirilen bir sorudur. İran veya Pakistan gibi
olmaktan korktuğumuzu söylemek, Kinzer ve onun gibi düşünenleri pek
tatmin etmeyen yanıtlar oluyor.
Kitabı
şu adresden temin edebilirsiniz:
Amazon.Com
Atatürk –
(Andrew Mango, The Overlook Press New York & Woodstock,
1999)
Atatürk’ün hayatı Batı’da en fazla işlenen konular arasındadır.
Dolayısıyla Andrew Mango’nun kitabında yeni bilgi aramak doğru
değildir. Bay Mango, bilinenleri başka bir açıdan ele almış, ve
Atatürk’ün hayatını, iyilik veya kötülüğüyle, “normal” bir insanın
yaşamı olarak işlemiştir. Bundan dolayıdır ki, kitabı bitirdiğimde,
Atatürk’e olan hayranlığım daha’da artmıştır. İçimizden çıkan birinin
yaptıkları, doğa üstü yetenekleri olan birinin yaptıklarından çok daha
gurur ve ilham vericidir.
Kitabınının hemen tümünü Türk kaynaklarından alan Bay Mango, okuyucuya
akıcı ve güzel derlenmiş bir kitap sunmuş, ve Mustafa Kemal’in yaşam
öyküsünü, doğuşundan ölümüne kadar, adım adım açıklamaya çalışmıştır.
Yazar, Kemal isminin kronoljisi gibi, bazı konularda belgelere
dayanmayan yorumlar yapmışsa da, bu gibi yorumları genelde ana konu
dışında bırakmıştır.
İstanbul doğumlu Andrew Mango, kitabında Mustafa Kemal’in arkadaşları
ve onun arkadaşlarıyla ilişkisine geniş yer vermiş, ve olayları
değişik açılardan değerlendirmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal’in,
zamanın önemli kişileriyle arkadaşlığı veya rekabeti, kitabın ilk
bölümlerinde detaylı olarak işlenmiş, ve Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in
yaşamları karşılatırlmıştır. Enver Paşa, Mustafa Kemal’i
kıskandığından onun başarılarını (özellikle Gelibolu’da), Birinci
Dünya Savaş’ının sonuna kadar kamuya sunulmasına, yazara göre, engel
olmuştur. Bay Mango’ya göre, Enver Orta Asya’da ölüme giderken,
Kemal’ın Andadolu’da yeni bir Türkiye kurmaya başlaması, Mustafa
Kemal’in realist düşüncelerinin, Enver’in saçma hayalperestliğinden ne
kadar üstün olduğunu gösterir. Yazara göre, Mustafa Kemal’in Turanizm,
köktendinci ve diğer aşırı eylemlere karşı tiksintisi, Enver Paşa’nın
akibetinden sonra daha da pekişmiştir.
Doğal olarak kitap, Milli Mücadeleye geniş yer vermiş, ve zamanın
önemli kişileriyle Mustafa Kemal’in ilişkilerini belgelere dayanarak
aydınlatmaya çalışmıştır. Örneğin, Mustafa Kemal’in Erzurum
Kongresindeki başarısının kahramanı olarak Kazım Karabekiri göstermiş
ve Karabekir’le gelişen gerginliğe, Karabekir’in hem Mustafa Kemal ve
hem de diğerleriyle yazışma ve konuşmalarıyla açıklık getirmiştir.
Karabekir’in Halife ve Saltanat sevgisinin, Mustafa Kemal’in
Türkiye’nin geleceğiyle ilgili düşünceleri ile çelişkide olduğunu ve
dolayısıyla aralarındaki yakınlığın uzun süremeyeceğini, Mango’ya
göre, görmek zor değildir. Bazı çevreler Mustafa Kemal’in Karabekir’i
kötü kullandığını öne sürer, fakat bence, Mango’nun kitabını okuduktan
sonra, Mustafa Kemal’in inandığını başarmak için elinde başka bir
seçeneği olmadığı kanısına varmak kaçınılmazdır.
Bay Mango, Mustafa Kemal’in başarmak istediğinin, din ve tarihten
özgür bir Cumhuriyet kurmak ve bu yolda kendi gibi düşünenlerle
mücadele vermek olduğunu yazıyor. Mustafa Kemal gibi düşünenler
arasında ismi en fazla geçen İsmet İnönü’dür. Kitaba göre, Mustafa
Kemal’in, gerekenin kendinden başka birinin başaramıyacağına inananışı
ve İnönü’nün de bu görüşe içten katılışı, onların hayat boyu süren
yakın arkadaşlığının nedenidir.
Kitapta Kurtuluş mücadelesinin birçok simalarının katkıları ve Mustafa
Kemal’le ilişkileri, önyargısız anlatılmış. Örneğin, Çerkez Ethem’e
birliklerini Batı Ordularına katma teklifi verilmiş ve Ethem de onu reddetmiştir. Bunun üzerinedir ki, Kemal’le arası açılmış ve
İnönü’nün birlikleri Ethem’in üstüne gönderilmiştir. Başka konularda
olduğu gibi, burda da yazar, Mustafa Kemal’in organize ve liderlik
yeteneği ve ileriyi görüşüne değinip konuya açıklık getiriyor. Mustafa
Kemal, Kurtuluş mücadelesi filizlenmeye başladıktan sonra, güçlü bir
ordu oluşturmanın zamanı geldiğini görmüş, fakat yaşam boyu çete
mücadelesi veren Ethem, bunu anlamamış ve sonunda Yunan tarafına
katılmıştır.
Zaman’ın bazı simaları Çerkez Ethem, İnönü veya Karabekir kadar söz
konusu olmamıştır. Örneğin, Adnan ve Halide Edip Adıvar’ın Mustafa
Kemal’le aralarının neden açıldığı anlatılmamış, veya yazarın çok kötü
gözle baktığı Ali Çetinkaya’nın (popüler olmayan birçok kararlarına
rağmen), neden İstiklal Mahkemesi başkanı yapıldığını açıklamamıştır.
Bir olasalıkla, Mustafa Kemal, planladığı reformları gerçekleştirmek
için eleştirmeyi zorlaştıracak bir ortam yaratmak iştemiş ve Ali
Çetinkaya’yı da bir sembol olarak kullanmıştır. Yazarın “Adelet ve
Düzen” bölümünü “Reformlar” bölümünün önüne koyması, belkide bu görüşü
vurgulamak içindir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra, yazar, Mustafa Kemal’in, kendini
uzun yıllar planladığı reformları gerçekleştirmeye verdiğini
kaydediyor. Yazar, İsmet İnönü’nün hükümeti yönetmedeki üstün
yeteneğinin de, soyadı kanunuyla noktalanan bu reformların
gerçekleştitilmesinde önemli rölü olduğunu yazıyor.
Yazar, Cumhuriyet Halk Partisinin kuruluşuna, çok partili sisteme
geçiş çabalarına da değiniyor. Fakat, gerçekleştirelen reformların
hiçbirinin demokratik bir sistem içinde yapılamacağını düşünen yazar,
Atatürk’ün, belki de bilerek, çok partili sistemin daha da çoğaltacağı
eleştiriyi gördüğü her yerde bastırdığını kaydediyor. Andrew mango,
efsaneleşmiş Atatürk’ün son üç-dört yılınında sembolik bir hayat
yaşadığını ve zamanını dil bilimi ve tarihle uğraşmakla geçirdiğini
yazıyor. Yazar, Bu uğraşılar arasında her dilin Türkçe’den
kaynaklandığını savunan “Güneş Teoresi” nede değiniyor. Yazar, bu
teorinin bütün dünya bilimcileri tarafından çürültülmesine rağmen,
Türk düşünürlerin, büyük olasalıkla korkularından, sessiz kalmalarını
kınıyor. Ölümünden bir iki yıl önce Atatürk’ün, bir Fransız gazeteciye
isminin Türkçe olduğunu, ve gazetecinin kafa tasını da yokladıktan
sonra, Türk olduğu iddiasının saçmalığını bilenlerin sessiz
kalmalarını, Mango, diktatörlüğün korkulacak boyutu olarak
değerlendiriyor.
Hayatının sonuna doğru bazı anlaşılmaz düşünceler edinmesine rağmen,
Andrew Mango, Atatürk’ün eşşiz bir diktatör-lider olduğunu Kaydediyor. Devrin
diğer diktatörleri üniformalı serserileri halka saldırtıyorken,
Atatürk’ün Türkiye’ye demokrasi getirecek bir ortam hazırladığını
belirtiyor. Mango, Atatürk’ün Türkiyenin yetiştirdiği en ileri
görüşlü, en planlı ve en realist bir politikacı oluduğunu, onun yaşam
öyküsüyle defalarca ispatlıyor. Atatürk’ün, Türkiye’yi yoktan
yaratmasında başkalarının da katkısı olmuştur. Fakat onun ileri görüşü,
organize, planlama ve politik yeteneği, ve karizmasının Türkiye’nin
tekrar dirilmesinin yıldızı olduğunu Andrew Mango’nun kitabı bir daha
vurguluyor.
Yazar, kitabının sonuna Milli Mücadeleye katılan kişilerin kısa
biografilerini eklemiştir. Yalnızca o bölüm, kitabı okumaya değer bir
eser kılmış, bence. Ayrıca, Büyük Nutuktan, Vahdettin’e gönderilen
telgraflara kadar birçok belge içeren referans dolu kitap, herkesin
sık sık başvuracağı bir eserdir.
Kitabı şu adresden temin edebilirsiniz:
Amazon.Com
Dilerim size üç kitap hakkında azda olsa
bazı bilgiler ve düşüncelerimi aktarabilmişimdir.
Yorum eklemek istiyorsanız, lütfen
buraya tıklayınız..
Hicri Köroğlu
|