Hicri Köroğlu
Mesaj ve Tartışma Panosu
1962 yılında eğitim için Amerika’ya geldi.
Minessota (ABD) Ünersitesinden makine mühendisliği diplomasını aldıktan
sonra Californiya Üniversitesinde feza dinamiği üzerine ihtisas yaptı.
Otuzdört yıllık bir iş hayatından sonra, 2002 yılında bilgisayar teknoloji
müdürlüğü yaptığı şirketinden emekli oldu.
Editöre yanıt vermek veya
konu hakkında düşünce eklemek veya eksik olan bir bölümü tamamlamak için lütfen
Mesaj Panosu'nu kullanın.
|
|
TEKNOLOJİ ve GELECEKLE İLGİLİ
DÜŞÜNCELER
Uzmanlara göre bilgi birikimimiz her beş
yılda bir ikiye katlanıyor. Dolayısıyla, Ingilizce konuşulan
ülkelerde, her konuda (uzmanlar kadar olmasa bile), bilgili kişiler
için kullanılan Renaissance Man (Rönesans Adamı) sözünün artık geçerli
olmadığını savunanlar vardır. Bunlara göre, değil kişilerin her konuda
bilgili olması, fizikçilerin bile ancak küçük bir kısmı Einstein’in
meşhur İzafiyet Teorisini kavramışlardır. Bu nedenle Teknolojinik
gelişmelerin hiç bir şekilde önüne geçilmeyeceğine inananlar çok.
Rönenans Adamlarının az olmadığı dönemlerde bile teknolojinin
gelişmesinde bilim adamı veya eğitimli olmayanların fazla bir katkısı
olmuşmudur, ilginç sorular arasındadır. Bir ara kilise, dini kalıplara
uymuyor diye, bilimin ilerlemesini önlemeye çalışmışsa da, bu engel
zamanla aşılmış ve bilim (ve onun yarattığı teknoloji) yoluna devam
etmiştir. Zamanın Kısa Bir Özeti kitabında, fizikçi Stephen Hawking,
Vatikan’da yapılan fizikçiler kongresinde kendilerine gösterilen
misafirperverliğin, kilesinin Galileo’ya yaptığını aklamakla ilgili
olabileceğine değinir. Böylece kilise bilimle ateşkese girmiş görünse
bile, son yıllardaki gelişmeler, bu ateşkesin artık bittiğini
göstermektedir.
Bunun nedenlerinden biri felsefeyle bilimin yollarının ayrılmasıdır.
Örneğin, hem Pascal hem de Descartes matamatikçi ve filozoftular.
Günümüzde birden fazla “şapka” giyen bilim adamı görmek hemen hemen
olanıksızdır. Dolayısıyla, bilim felsefeden yoksun, kendi yolunda
yürümektedir. Felsefe, bilimle iç içe olduğu günlerde bile bilimi
yönlerdimeyi başarabilmiş midir diye sorulabilir. Fakat bilim ve
teknolojinin insan yaşamına etkisini belirlemeye çalışan
tartışmalarda, filozoflar önemli söz sahibi olmuşlardı. Felsefenin bu
tür konularda devre dışı kalmasıından oluşan boşluğu son zamanlarda
din doldurmaya çalışmaktadır. Belki de son zamanlarda sık sık dile
getirilen “dine dönüşün”nedeni de budur. İnanılmaz bir hızla gelişen
ve gittikçe kompleks bir durum alan teknolojiye karşı, din, binlerce
yıllık törelere dayanan ve herkesin anlayabileceği şekilde basit
görüşler sunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, dinin öneminin neden
arttığını anlamak kolaydır.
Din, bilime alternatif olarak yerini almaya çalışa dursun, diğerleri
bilim ve teknolojinin insan yaşamına etkisini değişik açılardan
yorumlamaya devam ediyorlar. Bunlar genelde teknolojiye olumlu veya
olumsuz bakanlar olarak ikiye ayrılabilirler. Örneğin Aldus Huxley
“Brave New World” (Kahraman Yeni Dünya) kitabında insanların
laboratuarlarda üç sınıfa ayrılarak (alfa –yöneticiler,
beta-bürokratlar, gama-işçiler) üretileceğini yazar. Teknolojye
olumsuz bakan eserler arasında Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451”
kitabı da vardır. Bradbury, teknolojiyi kullanan oteriter
yöneticilerin, kitapları (kağıt Fahrenheit 451 derecede yanmaya
başlarmış) nasıl yaktıklarını ve aynı teknolojiyi kullanarak toplumu
nasıl kontrol ettiklerini anlatır.
Öbür yandan son zamanlarda çok popüler olan ve İngilizce’de “Futurist”
(Gelecekçiler) olarak adlandırılan kişiler, teknolojinin gelecekteki
“harikalarını” yazarlar. Bunların yazdıklarına Türk gazetelerinde de
sık sık rastlanır. Yaşamın onlarca yıl uzayacağı, bütün hastalıkların
yok edileceği, insanların diğer gezegenlerde yaşayacağı ve hatta
elektronikle insan beyninin birleşiminden, her kişinin herşeyi, hiç
çaba göstermeden, otomatikman bileceğinden söz edilir. Hergün daha da
hızla gelişmekte olan teknolojinin genelde teknolojiyi iyi bilenlerin
dışında kimseye yaramadığını, açlığın ve fakirliğin gittikçe
arttığını, ve teknolojinin birgün dünyayı yaşanmaz hale getireceği
“Gelecekçileri” pek ilgilendirmez. Bu konulara değinenler de genelde
“gerici” veya “korkutucular” olarak adlandırıp toplumun dışına
itilmeye çalışılır.
Bir taraftan bilime karşı güç olarak gördükleri dine daha da önem
veren Amerikan toplumu, öbür yandan teknolojinin getirdiği her türlü
kolaylıklara kucak açıp, teknolojiyi yönlendirme çabalarını hükümete
bırakmıştır. Cumhuriyetçilerin elinde olan Amerikan yönetiminde hatırı
sayılır ağırlığı olan dinciler, son bir iki yılda bazı “başarılar”
elde etmiştir. Amerikan meclisinin kısıtladığı “stem cell” (kök hücre)
araştırmaları ve insan kopyalama (cloning) yasağı bunların
arasındadır. Bu iki kararın temeli dinsel nedenlere dayanmaktadır.
Amerika’dan daha laik Avrupa yönetimlerinin bile bilimin uygulanmasını
kısıtlayan kararları vardır. Gıda maddeleri üretiminde hormon
kullanılmaması bunların arasındadır.
Din ve devlet dışı örgütler (Örneğin Yeşiller gibi), genelde çevreyle
ilgili girişimlerde bulunmuştur. DDT yasaklanmış, Kiyoto (Amerika’nın
henüz imzalamadığı) anlaşmayla karbon dioksit emisyonları kısıtlanmaya
çalışılmış ve klima sistemlerinde kullanılan CFC gazlarının yerine,
ozon tabakasına zarar vermeyen maddeler devreye girmiştir. Doğayla
ilgili bu girişimler, teknolojinin kişilerin yaşamını nasıl
etkiliyeceği konusunda sessiz kalmıştır.
Teknolojinin hızla ilerlemesi, insanlığın her zaman yararına mıdır?
Eğer değilse, bilim ve teknoloji, genelde onlardan anlamayan
insanlarca yönlendirebilir mi? Bunlar yanıt verilmesi zor, fakat
mutlaka sorulaması gereken sorulardır. Teknolojinin hem iyiye hem de
kötüye kullanabileceği herkesin bildiği bir gerçektir. Kuzey Kore,
teknolojinin de yardımıyla otoriter bir devlet kurmıştur. Fakat
demokrasisiyle övünen Amerika bile, teknolojyi kullanarak
vatandaşlarının hürriyetini kısıtlamaya başlamıştır. Örneğin, Amerika
içinde yazılan her elektronik posta, Amerikan Milli Güvenlik
Kurulu’nun bilgisayarlarınca taranmaktadır.
İnsanlığın elinde teknolojinin ilerlemesini hayretlerle izleyip “vay
anasına” demekten başka birşey yok mudur? Daniel Quinn’e göre vardır
ve buda “kavimsel - ilkel” yaşama geri dönmektir. Beyond Civilization
(Medeniyetin Ötesinde), Harmony Books, New York 1999, bay Quinn çoktan
çökmüş birkaç devletten söz eder. Bunların arasında Maya ve Olmek te
vardır. Daniel Quinn’e göre, bu medeniyetlerin yok olmasında, savaş,
hastalık, doğal afetler, ve iç savaş gibi klasik bir neden yoktur.
Yazara göre bu devletlerin vatandaşları medeniyete sırtlarını çevirip
ormana, ilkel hayata geri dönmüşlerdir!
Quinn’in tezinin doğru veya yanlışlığını saptayacak kadar bilgili
değilim. Fakat olan bitenlerle ilgilenmenin ve onlar hakkında bilgi
edinmenin büyük önemine inanan biriyim. Bilimin yarattığı teknoloji,
büyük çapta insanların benimsemesiyle gelişir. Teknolojiyi
yönlendirmede, din, devlet ve devlet dışı örgütler para kadar etkili
değillerdir. Bay Quinn’e göre bu teknoloji çağında bile “kavimsel” bir
yaşam kurmak mümkündür. Bunu yapabilmek aklımızı ve paramızı iyi
kullanmaya bağlıdır (Yazara göre insanlığın kurtuluşu kavimsel-ilkel
çağa geri dönüşle mümkündür).
Dikkat ederseniz bu konu tartışmaya ve saatlerce konuşulmaya açık bir
alandır. Önemli olan herkesin konu üzerine düşünmesi ve düşüncelerini
açıklamasıdır. Peki siz ne düşünüyorsunuz?
Yorum eklemek istiyorsanız, lütfen
buraya tıklayınız...
Hicri Köroğlu
|